[Değerlendirme] When the Weather Is Fine
  • nasip
  • 24-04-2020, 11:59

Bazı şarkılar, filmler, diziler, kitaplar, doğru zamanda karşılaştığınızda güzeldirler.

(Öncelikle yukarıdaki videoyu başlatın, yazıyı okurken dizinin OST’si bize eşlik etsin)

"When the Weather Is Fine" herkesin seveceği türde bir dizi değil ne yazık ki, fakat dizinin yakaladığı seyirci için yeri özel olacak bir dizi… O yüzden diziyi herkese önermek pek mümkün değil, doğru kişinin doğru zamanda izlemesi gereken bir yapım… Yorulduysanız, ama çok yorulduysanız; sizi yatıştıracak saatler geçirmek istiyorsanız tam sizlik bir dizi mesela! Zamanı durdurup, size günlük telaşlarınızı unutturup kahvenizi alıp battaniye altında yeni bölümü izleme sabırsızlığını yaşatan bir dizi. Soğuk karlı kış aylarında, buz gibi mavi bir filtreyle sımsıcak insanların hikâyelerinin anlatıldığı bir dizi. Az repliğin, çok 'seziş'in olduğu bir dizi. Karakterlerin her birinin hikâyesinin derinleştiği, seyirciyi sarıp sarmaladığı bir dizi. Ama -benim için belki de en önemlisi- kitapların başrol olduğu bir dizi… Bu yazdıklarım tam şu anki ruh halinizle kulağınıza cazip geldiyse bence bir şans verin, fakat daha hareketli bir şeyler arıyorsanız şuan tam zamanı değil demektir, belki daha sonra tekrar yolunuzu bu diziye düşürebilirsiniz.

'Goodnight Bookstore' adında küçük bir kitapçı işleten Im Eun-Seob ile yıllar sonra memleketine dönen bir çellist olan Mok Hae-Won karakterlerinin etrafında dönüyor gibi görünen hikâye, aslında kasabadaki diğer karakterleri de içine alarak mutluluğu arıyor. Dizinin geçtiği ana mekân o küçük kitapçı olurken, diyaloglar da genelde kitaplar üzerinden ilerliyor.


(UYARI: Yavaş bir akışı olan melankolik bir hisse sahip bu diziyi henüz izlemediyseniz ama izlemeyi planlıyorsanız yazıyı buraya kadar okumanızı tavsiye ediyorum. “Bu dizi zaten pek benlik değil, kuvvetle muhtemel izlemem” diyorsanız başımın üzerinde yeriniz var, yazıyı okumaya devam edebilirsiniz, belki fikrinizi değiştirebilirim kim bilir)


Dizide hoşuma giden şeyleri ayrı başlıklarda toparlamak istedim:

Karakterlerin Keşfi

İlk bölümlerde tanıştığımız karakterin ilerleyen bölümlerde farklı yönleri keşfetmek, aslında geçmişte bambaşka tecrübeler atlattıklarını öğrenmek, onlarla beraber o acıları yaşamak, onlarla empati kurmak, onları kucaklama isteği duymak… Karakterleri içselleştirip onlarla arkadaş olmak…

Doğup büyüdüğü kasabada, onu seven ve değer veren sıcacık ailesiyle huzurlu bir yaşam süren, keyif aldığı bir işle hayatını idame ettiren bir Eun-Seob vardı. Fakat sonra o karakterin aslında kimsesiz kalmış ve onu bulan aile tarafından yetiştirilmiş bir çocuk olduğunu öğrendik. Hayal kırıklığına uğramamak için hayal kurmamayı, kaybetmemek için sevmemeyi, çok mutsuz olmamak için mutlu olmamayı seçtiğini fark ettik. Sevdiği şeylere uzaktan bakmayı, hayatı beklentiye girmeden, onu mutlu eden herhangi bir kimseye kaptırmadan yaşamayı tercih ettiğini öğrendik. Yalnızlığına, kimsesizliğine, duygularını içine atışına, kimseye kendini açmayışına üzüldük. Ona kocaman sarılmak istedik.

Büyük şehirden küçük bir kasabaya gelmiş okulun güzel ve popüler kızı Hae-Won, akranları o küçük kasabada kalırken çalışmak için Seul’e gitti. Prestijli bir mesleğe, havalı (!) şehir hayatına sahipti… Kendi ayakları üzerinde duruyordu, kasabasındaki gençlerin yaşamak istediği bir hayatı yaşıyordu, iyi imkânlara sahipti. Lakin kimse onun mutlu olup olmadığını bilmiyordu. Dışarıdan her şey ışıltılı görünüyordu. Gençliğinin geçtiği kasabaya geri dönen, herkesin gözünde ulaşılmaz, popüler, imrenilesi bir izlenime sahip Hae-Won’un ilerleyen bölümlerde aslında mutluluğu arayan ama bir türlü bulamayan, kalabalıklar içinde ıssız yaşayan biri olduğu ortaya çıktı. Aslında kimse dışarıdan göründüğü gibi değildi.

Dizinin belki de en vurucu hikâyesine sahip karakteri, Hae-Won’un teyzesi Myung-Yeo… Yaşanmamış bir hayat ya da belki ‘kaybeden’ olarak yaşanmış bir hayat… Çok satan bir kitabın genç yazarı olmasına rağmen hayatının tüm gidişatını etkileyen o olaydan sonra hayallerini, kariyerini, hayattan aldığı keyifleri bir kenara koyan; hayatı yaşamamayı tercih edip kabuğuna çekilen ve yıllar sonra çok yol kat eden akranlarına uzaktan bakan, hayata dair bu tercihlerinin sebeplerini kimseye anlatamadığı için umutsuzluğun içine gömüldükçe gömülen bir karakter. Halbuki ilk başta dışarıdan ne kadar da güçlü ve gamsız duruyordu.

Dizinin neşesi, açık sözlü, içi dışı bir karakteri Im Hwi! Yaşına rağmen belki de en cesur karakterdi, gayet basit çalışan mantığı ve sakınmadığı sözleriyle etrafındakilere ayna oldu. Lise dönemini bu kadar güçlü atlatabilen, duygusal olarak sağlam olan bir karakter var mıdır merak ettirdi doğrusu.

Dizi boyunca her karakter kendini açtı ve hikâyelerini derinleştirdi. Gösterdikleri gelişimi izlemek bence büyük keyifti.

Kitap Kulübü ve Metaforlar

Dizinin özellikle ilk yarısının ana bağlamını kitap kulübü oluşturuyordu. Kulüp toplantıları, günlük hayatın akışına ara verip düşünmek, hissetmek ve paylaşmak için senaristin özellikle her bölüme koyduğu derin ‘nefes’ler gibiydi. Küçük bir çocuğun ve dedesinin, esnaf bir amcanın ve genç kitapçının, profesyonel bir müzisyenin ve liseli kızların aynı anda aynı yerde birbirlerini dinleyip anlamaya çalışmaları güzel bir örneklikti. Gerçek hayattaki mümkünlüğü tartışılır, ancak bu kadar farklı zihinsel ve ruhsal ihtiyaçlara sahip karakterlerin kısacık da olsa aynı masaya oturup konuşabiliyor olması, ortak payda bulup vakitlerini güzelleştiriyor olmaları, sadece senaristin romantizmi olmaktan öteye geçerek senaryoya eklemlendi. Kitap kulübündekilerin anlattığı hikâyeler, başka sahnelerde dış ses olarak tekrar anlatılıp dizideki karakterlerin hikâyelerinde bir yerlere oturdu ve repliklerde geçmeyen detayları verdi. Senaryo, kitap kulübündeki hikâyelerle ve Eun-Seob’un gece günlüğüyle tamamlandı.

Eun-Seob’un kitap kulübündekilere anlattığı “kurdun gümüş kirpiklerini takan küçük yalnız çocuk” aslında kendisiydi ve seyirci olarak biz bunu, Eun-Seob’un yalnız başına vakit geçirdiği dağ evindeki sahnelerinde hikayeyi dış ses olarak duyunca anladık. Başrol kendi ağzıyla “ben çok yalnız bir çocuktum” demedi, dizi boyunca hiçbir mesaj karakterlerin ağzından doğrudan söylenmedi, hissettirildi. Herkes farklı bir duyguyu, ana fikri aldı belki de…

Eun-Seob’un anlattığı hikâye:

Bir zamanlar bir çocuk varmış
İnsanlar bu çocuğu hep incitirmiş
Masum olduğu için insanlar tarafından hep kandırılıp ihanete uğrarmış
Bir gün çocuk dağda bir kurtla karşılaşmış
Kurt çocuğa kirpiklerinden birini verip "insanlara benim gümüş kirpiklerimle bakmayı dene" demiş
"Bu kirpikler insanların gerçek yüzlerini görmeni sağlayacak"
Sinsi maymunlar, kurnaz tilkiler, gaddar domuzlar ve kötü rakunlar...
Çocuk etrafında hiç gerçek insan görememiş
...ve gerçek insanların yaşadığı yeri aramaya karar vermiş
Hae-Won: Öyle bir yer bulmuş mu?
Hayır, bulamamış ve yalnızlık içinde ölmüş
Hae-Won: Çok üzüldüm.
Kim için?
Hae-Won: Etrafını kurdun gümüş kirpikleriyle gören çocuk için… Hep yalnız olmalı, korkunç derecede yalnız. (Yalnızlıkta) ne kadar üşümüştür kim bilir.
-Elimizden ne gelir ki?
Hae-Won: Ona sarılmalıyız, olabildiğince sıkı sarılmalıyız, tüm gücümüzle… ki sıcak hissedebilsin. Ona sıkıca sarılmalıyız.

(Kitap kulübündeki bu diyalogun dış ses olduğu sahnede son replik duyulurken Hae-Won, Eun-Seob'a sarılıyordu, Bölüm 3)

Im Hwi’nin anlattığı hikâye:

İki kardeş Mavi Kuş'u aramak için çok uzaklara gitmişler, o kadar aramışlar ama bulamamışlar ve eve dönmüşler. Bir bakmışlar ki Mavi Kuş evlerindeymiş, boşuna aramaya çıkmış olmuşlar.

Sessizliğini birden bozan Hae-Won: "Katılıyorum, bazen bana da uzaklarda aradığımız mutluluk sanki zaten yanı başımızdaymış gibi geliyor" 

Hikâyedeki Mavi Kuş, ‘mutluluğu’ temsil ediyordu ve aslında dizinin tamamı farklı karakterler, acılar, tecrübeler üzerinden anlatılan ‘mutluluğun arayışı’ üzerineydi:

“İnsan nerede mutlu olur?”  
“İnsanı mutlu eden nedir?”

Bu sorulara son bölümde Jang-Woo da cevap verdi:

*Jang Woo-ya?
-Efendim.
*Seul Ulusal Üniversitesi mezunusun. Çalışmak için neden buraya geri döndün?
-Durduk yere bunu mu merak ettin?
*Evet. Bu tercihini hiç anlamlandıramadım.
-Doğup büyüdüğüm yerde yaşamak güzel.
*Bu kasabayı ben de seviyorum. Ama Seul Üniversitesi mezunlarının çoğu Seul’deki büyük şirketlerde çalışmıyor mu?
-Ailemin teklifiydi. Buraya geri dönmemi ve burada çalışmamı onlar teklif etti.
*Senin daha hırslı olduğunu düşünmüştüm.
-…ama daha azını hayal ettim?
*Evet, öyle yaptın.
-Ama bana göre, tercihim mutluluk garantili.
*Mutluluk garantili mi? Şunu mu söylemeye çalışıyorsun? Şimdiye kadar kendi isteklerini görmezden gelip ailenin senden istediği yolu seçip mutlu bir şekilde mi yaşadın? Deli gibi ders çalıştın, her zaman okul birincisiydin. Seul Üniversite’ne girdin. Orada kalıp daha büyük dünyalara yelken açmak yerine buradaki evine döndün. Ailen istiyor diye memurluk sınavına girdin ve geçtin. Şimdi belediyede oturup her gün sabah 9’dan akşam 6’ya kadar aynı işleri yapıyorsun ve her akşam eve gidip uyuyorsun.
-Eun Sil-a… Bir tekerleğin içinde koşan, sıkıcı hayat yaşayan bir hamster olduğumu düşünebilirsin. Çok özel bir işe sahip olmadığımı da düşünüyor olabilirsin. Ama ben bu sıradan yaşama ‘mutluluk’ diyorum.
*Ne?
-Benimle aynı üniversiteden mezun olanlar dünyanın dört bir yanında farklı şeyler yapmayı hayal ediyor olabilirler. Ama ben Seul Üniversitesi mezunu olarak sadece kendi hayatımı kurmak ve her gün sözde ‘sıradan’ şeyler yapıp yaşamak istiyorum. Benim hayalim de bu. İşimi hakkıyla yapmak ve sıradan bir hayat yaşamak beni mutlu ediyor. Kendimi tanıyorum.
*Keşke bana “beni mutlu eden şeyin ne olduğunu biliyorum” diye daha önceden söyleseydin.
-Bu önemli bir şey miydi?
*Kendisini gerçekten neyin mutlu ettiğini bilen çok fazla insan yok. 

Ülkenin en iyi üniversitesinden mezun olan Jang-Woo’nun, başkentteki imkânları bırakıp memleketine dönmesi ve orada sıradan bir memur olarak çalışmasını çoğunluk anlamlandıramıyordu. Çünkü zihinlerdeki ezberde, iyi bir üniversite için büyük şehre gidilir, mezun olduktan sonra orada iyi bir iş bulunurdu. İdeal olan buydu. Küçücük kasabaya dönüp ne yapacaktı? İlk kez biri Jang-Woo’ya “Neden buradasın? Neden seninle aynı kalifiyedeki insanlar gibi büyük şehirde iyi işlerde çalışmıyorsun?” diye sordu ve aldığı cevap “burada mutluyum” oldu. Kimse onun ‘herkesin seçtiğini seçmediği hayatında’ mutlu olabileceğini düşünmemişti. Benzer bir durum Eun-Seob’un hayatı için de geçerliydi:

Dağda yaşayan bir avarenin oğluydum. Bir gün terk edildim, bir başıma kaldım ve bir aile beni sahiplenip yetiştirdi. Bunu hiç zayıflığım olarak görmememe rağmen, bazı insanlar bu konuda kötü hissedeceğimi düşündü. “Neden mutsuz değilsin?” “Dağdaki bir kulübede yaşayan çocuk sen değil misin?” “Baban avare miydi?”
Onların istediği gibi mutsuz ve üzgün bir hayat mı yaşamak zorundayım? Bunu çok ama çok düşündüm ve cevabım hayır oldu. Minnettar olduğum çok fazla insan varken mutsuz olmam için bir sebebim yoktu. Her neyse, tüm bunlar geçmişte kaldı.

(Bölüm 11)

Mutlu olmak için hep en yukarıda olmak gerekiyormuş, mutluluğa giden tek bir yol varmış ya da sadece hayatı mükemmel olanlar mutlu olabilirmiş gibi algı var insanlarda, hâlbuki hayatı mükemmel olan kimse var mıdır? 

“Bir çocuk yetimse mutsuzdur, acınası bir hayatı vardır.”  
“Şehirde çalışmak yerine köyde tarla süren amcanın daha kötü bir hayatı vardır.”
“Akranları yurtdışına giderken, iyi yerlerde yiyip içerken sade hayatına devam etmek neden?”

Dizinin ana fikrinin, herkesi kasaba yaşantısının mutluluk olduğuna ikna etmek olduğunu sanmıyorum. Herkesi mutlu eden şeylerin farklı olabileceğini; ‘ideal’ sanılan imkân ve bağlamların herkes için mutluluk getirmeyebileceğini; daha fazlasını istemeyenlerin ya da daha büyük hayalleri olmayanların, yapamadıkları için değil daha azıyla mutlu oldukları için tercihen öyle yaşıyor olma ihtimalleri de olduğunu ortaya koymaya çalışmışlar. Büyük hayaller mutluluk getirmez mi? Elbette getirir, kimisi de büyük hayallerini yaşarken mutlu olur. Mesele de tam olarak bu... Basmakalıp yargıların ötesinde, herkesin nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşıyor olması... ve kimisinin de bu basmakalıpları ‘tek’ mutluluk kaynağı olarak görüp aslında kendisi için uygun olup olmadığını bile sorgulamadan onların peşinden koşturması... “Kendimi tanıyorum, beni neyin mutlu ettiğini biliyorum.”  Kaç kişi Jang-Woo gibi neyin kendisini mutlu ettiğini biliyor? Öyle olması gerektiğini düşündüğümüz şeyleri, olması gerektiğini düşündüğümüz sırayla yapıyoruz çoğumuz. Dizi, bir durup sakince düşünmek için yanaştığınız sakin bir liman gibiydi. Salgın sebebiyle içinde bulunduğumuz karantina günlerinde, her zaman yapageldiğimiz şeyleri yapamıyoruz; düşünmeye ve kendimizle vakit geçirmeye daha fazla vaktimiz var. Felaket senaryolarından sıyrılıp günümün birkaç saatini dinginleştiren sıcacık bir yapım oldu. Finali hakkında çok fazla yorum yapmak istemiyorum zira son 2 ayımda, her hafta 2’şer sakin saat armağan ettiği için sonuçtan ziyade sürece odaklanmış bulunmaktayım. Ben bu diziyi kendim için doğru zamanda izledim, o yüzden de bana iyi geldi. Umarım siz de doğru zamanda izlemişsinizdir veya izlersiniz. İlk başta dediğim gibi bazı kitaplar, filmler, sözler, şarkılar doğru zamanda karşılaşıldığında insanın kalbine dokunabilirler.

“Bir zamanlar hayatın, insanın ait olduğu yeri bulma süreci olduğunu düşünürdüm. Başkalarını rahatsız etmeden ve kimse tarafından rahatsız edilmeden var olabileceğim doğru bir yer... Kimsenin beni fazlalık görmediği yeri bulmak. Böyle düşünürdüm. Ama şuan farklı düşünüyorum. Neresi olursa olsun, şuan olduğum yer ait olduğum yer. Kendi benliğimle yaşayabildiğim sürece bu yerde var olmaya devam etmemde sakınca yok diye düşünüyorum. Bugünlük bu kadar yazmak zorundayım. Daha fazlasını söylersem, hayatımdaki her şeyi öylece bırakmak isteyebilirim.”

(Eun-Seob, Bölüm 14)

 

Puanlama:

Senaryo & Konu: 7/10
Karakterler & Oyunculuk: 9/10